BİYO-ÇEŞİTLİLİK (7.SINIF)
BİYO-ÇEŞİTLİLİĞİN ÖNEMİ
Biyo-çeşitlilik, bir ekosistem veya tüm dünyada bulunan yaşam formlarının çeşitliliğidir. Bir
ekosistemde biyo-çeşitlilik arttıkça ekosistemin işleyişi kolaylaşır.
Güneş enerjisinin tüm canlılar tarafından kullanılması ve canlılığın devam etmesi, ekosistemlerdeki
besin zincirini oluşturan halkaların varlığı ve çeşitliliği ile mümkündür. Örneğin orman ağaçlarına ait
biyo-çeşitlilik, ekosistemin su ve besin döngüsünü önemli derecede etkilemektedir.
Orman ağaçları, yaprak dökümü ile mikroorganizmaları besler, mikroorganizmalar bu yaprakları
ayrıştırarak humusa çevirir ve toprağa karıştırır. Bu durum bitki köklerinin humustaki mineral besin
maddelerinden beslenmesine yardımcı olduğu gibi yağış sularının toprağa karışmasını sağlar.
Bu zincirde mikroorganizmaların yok olduğu düşünülürse ağaçlar, ağaçlarda yaşayan hayvanlar, bu
hayvanlarla beslenen başka hayvanlar durumdan olumsuz etkilenir. Bu nedenle biyo-çeşitlilik, yaşam
için çok önemlidir.
Biyo-çeşitliliğin insanlara farklı alanlarda faydaları bulunur. Bu alanlar; tarım, ilaç, turizm ve sanayi
olarak sayılabilir.
Dünyamızda toplam 250 bin bitki türünden yaklaşık 5 bin bitki türü, insanların beslenmesinde kullanılmaktadır. Bunlardan 1500 türün tarımı yapılmaktadır. Bu türlerin ise 250’sini kapsayan yaklaşık 250 bin yerel çeşit, tüm insanların besin gereksinimlerinin büyük bir kısmını karşılamaktadır.
Dünyadaki insanların üçte birinin beslenmeleri ise önemli ölçüde üç tahıla (çeltik, buğday ve mısır)
ve patatese bağlıdır. Artan nüfusun gereksinimini karşılamak için mevcut bitkilerin ıslah edilerek
verimliliklerinin artırılması gerekmektedir.
İlaç sektörünün dünya piyasasındaki değeri yıllık yaklaşık olarak 300 milyar doları bulmaktadır.
Bu rakam, ilaç sektörünün ekonomik açıdan ne kadar önemli olduğuna belirtir. Bitkisel kökenli tüm
ilaçların yalnız ABD’deki yıllık değeri 20 milyar doların üzerindedir. Bu kadar yüksek rakamların
geçerli olduğu bu sektörde, üretilen ilaçların ham maddesinin büyük bir kısmı bitkisel kaynaklıdır.
İlaç firmaları, yeni ürünler üretmek ve çaresi bulunamayan pek çok hastalığın çaresini bulmak amacıyla sürekli araştırmalar yapmakta ve pek çok bitki türünü incelemektedir. Bu çalışmaların sonuç vermesi, çok farklı bitkilerin araştırılabilmesi biyo-çeşitliliğe bağlıdır.
Turizm sektörü de biyo-çeşitlilikten etkilenmektedir. Günümüzde pek çok turist, doğal yaşam alanlarını gezmek ve görmek amacıyla turizm şirketlerine başvurmaktadır. Bu şirketler, misafirlerini doğal ortamlardaki canlı türlerini tanıtarak para kazanmaktadır. Bu sayede doğal ortamlar hem yöre halkı hem de turizm şirketleri tarafından korunmaktadır.
Ülkemizde, bu konumdaki alanlara en iyi örnek Muğla ilimizin Ortaca ilçesine bağlı Dalyan beldesidir. Dalyan’da deniz kaplumbağalarının korumaya alınmasından sonra, burayı ziyaret eden turist sayısında tahmin edilenin üstünde bir artış olması, biyolojik çeşitliliğin turizm bakımından önemini kanıtlayan tipik bir örnektir. (Resim:Dalyan / Muğla)
BİYO-ÇEŞİTLİLİĞİ TEHDİT EDEN FAKTÖRLER
Yeryüzündeki yaşam, şaşılacak derecede çeşitlidir. Okyanuslarda, toprakta ve yer üzerinde birkaç milyon kadar canlı türü vardır.
Dünya Vahşi Yaşam Fonu’nun, Yaşayan Gezegen Raporu’na göre yaklaşık 300 bin bitki, 4000 memeli, 6300 sürüngen, 1 milyondan fazla böcek ve 400 bin başka omurgasız hayvan türü bulunmaktadır. Bu sayılar, bilimsel olarak tespit edilen miktarlardır. Biyologlar, gerçek tür miktarının 5 milyondan fazla olduğunu düşünmektedir. (Resim:Canlı türlerinden bazıları)
Son yıllarda türlerin sayısı diğer bir ifadeyle biyo-çeşitlilik, insanların etkinlikleri yüzünden hızlı bir şekilde azalmaktadır. Günümüzde risk altında olan tür sayısı 5 binden fazladır. İyimser tahminlere göre bile, bütün memeli ve amfibi (iki yaşamlılar, kurbağa vb.) türlerinin dörtte biri, kuşların %11’i, sürüngenlerin %20’si ve balıkların %34’ü 2020 yılında tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olacaktır. Bilinen tüm bitki türlerinin ise %47’si yok olabilir.
İnsanların, biyo-çeşitlilik üzerine etkisini farklı başlıklar altında toplayabiliriz
- Nüfusun artması ve doğal kaynakların hızlı bir şekilde tahrip edilmesi,
- Ormanların tahrip edilmesi,
- Tarımsal ilaçların kullanımı,
- Turizm faaliyetlerinin artması,
- Maden ocaklarının faaliyetleri sırasında bitki örtüsünün tahrip edilmesi,
- Kaçak ve bilinçsiz avcılık faaliyetleri,
- Bitkilerin bilinçsizce toplanıp çeşitli faaliyetlerde kullanılması,
- Fabrika atıklarının arıtılmadan doğaya bırakılması son birkaç yüzyıl içinde insanların birçok doğal yapıyı değiştirmesine neden olmuştur.
Çevre sorunlarını, küresel ve yerel çevre sorunları olarak ele alabiliriz. Öncelikle küreselleşmeyi tarif edersek, “Satın aldığınız bir sandviçin; Amerikan buğdayının Japon fabrikasyonu bir fırında Türk işçiliği ile hazırlanıp ve pişirilmesi, Arap petrolünden yapılmış bir plastikle paketlenip ve yemenize hazır bir hâle getirilmesi.” olarak tanımlayabiliriz. Çevre boyutunu ise sandviçi yemeniz hâlinde sizin elinizde kalan ambalaj atığı malzemesi oluşturmaktadır. Oluşan bu çevre kirlenmesi de çok yönlüdür. Diğer bir ifadeyle küreselleşme, ulusal sınırları nasıl tanımıyorsa oluşan çevre problemleri de aynı şekilde ulusal sınırları tanımamaktadır.
Belirli bir bölgedeki yerel çevre sorunları kısa bir süre sonra küresel ölçekli olabilmektedir.
Tropikal yağmur ormanları, yeryüzünde en fazla biyo-çeşitliliğe sahip alanlardır. Uzmanlar, bütün türlerin yaklaşık olarak üçte ikisinin tropik yağmur ormanlarında yaşadığını tahmin etmektedir. Ancak bu değerli yaşam alanı ne yazık ki diğer doğal yaşam alanlarından daha hızlı yok olmaktadır. Ormanların tahribatı bu alanda yaşayan canlıların barınaklarını elinden almakta, canlı türleri arasındaki besin zincirini bozmaktadır. (Resim:Yağmur ormanı tahribatı)
İnsanlar, kendilerini doğadan bağımsız bir canlı olarak düşünmemelidir. Doğal hayatta yaşanan olumsuzluklar, sonuçta insanı da etkiler. Çünkü insanlar da besin zincirinin bir halkasıdır.
Doğal yaşamın bozulması, iklim değişikliği, çevre kirliliği gibi olumsuz durumlar insanların gelecekte ciddi anlamda besin sıkıntısı yaşamasına, soluyacak temiz hava bulamamasına ve doğal afetlerle karşı karşıya kalmasına neden olacaktır. Bu nedenle doğaya olan olumsuz etkimizi en aza indirmek için tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmeli, doğal kaynaklarımızı tasarruflu kullanmalıyız.
NESLİ TÜKENEN VE NESLİ TÜKENME TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYA OLAN CANLILAR
Son yıllarda birçok hayvan türünün yok olduğunu ya da nesillerinin tükenmek üzere olduğunu duymuşsunuzdur. Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (IUCN), Hayvan Türlerini Koruma Komisyonu, hazırladığı raporda, şu an dünya üzerindeki hayvan türlerinin %25’inin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu, 26 memeli türünün 24’ünün yok olma sınırında olduğunu ve geçtiğimiz yüz yıl içerisinde, bin kadar türün neslinin tükendiğini belirtmiştir. Bu konuyla ilgili yapılan araştırmalarda, bir yabani hayvan türünün toplam sayısı bine bile ulaşamıyorsa bu hayvan türünün korunması gerektiği vurgulanmıştır.
Nesli tükenen türler, nesli tamamen yok olmuş canlılardır.
Mamut, dinozor, Tasmanya kaplanı, Pirene yaban keçisi, moa, Hazar kaplanı ve çizgili sırtlan nesli tükenmiş canlılar arasındadır.
Kurda benzeyen ve “Tasmanya kaplanı” adıyla bilinen bu canlı, keseli bir hayvandı. Kanguru ve koalaların bir akrabasıydı. 1930’lara gelindiğinde, avlanma nedeniyle soyu tükenmiştir. (Resim:Tasmanya kaplanı)
Pirene yaban keçisi, 2000 yılında soyu tükenene kadar Pireneler’in yükseltilerinde yaşamıştır. 2003 yılında araştırmacılar, son Pirene yaban keçisini klonlamaya çalışmıştır. Klon, doğduktan birkaç dakika sonra ölmüştür. (Resim:Pirene yaban keçisi)
Geçmişte sadece Türkiye’de yaşayan Anadolu parsı ile Anadolu topraklarında görülen Asya fili, yabani sığır, yaban eşeği, aslan, çita, kunduz ve kaplanın ülkemizdeki nesilleri tamamen tükenmiştir.
Nesli tükenmiş canlılar için alınabilecek bir önlem bulunmasa da nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan türler için alınabilecek önlemler bulunmaktadır. Nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan canlıları korumak için öncelikle onları tanımalısınız.
Ülkemizde nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan bazı hayvanlar aşağıda belirtilmiştir.
Dağ ceylanı
- Amanos Dağları’nda yaşayan bir memeli türüdür.
- Bitkilerle beslenir, çok hızlı koşar.
Kelaynak
- Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinde yaşar.
- Yaşam alanı, dağlık ve kayalık bölgelerdir.
- Küçük memeli, kertenkele, yılan ve böceklerle beslenir.
Karakulak
- Ege ve Akdeniz bölgelerinin kıyı kesimlerinde ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan bir memeli türüdür.
- Kuş ve memelilerle beslenir.
Kara akbaba
- Ege Bölgesi’nin doğusu ve İç Anadolu Bölgesi’nin batısı olmak üzere ülkemizin çeşitli bölgelerinde yaşayan bir kuş türüdür.
- Genellikle ölü hayvanlarla beslenir.
Oklu kirpi
- Akdeniz ikliminin görüldüğü bölgelerde yaşayan bir memeli türüdür.
- Makilik alanlarda yaşar ve bitkilerle beslenir.
Denizatı
- Denizlerimizde yaşayan bir balık türüdür.
- Ilıman denizlerde kıyılara yakın yaşar.
- Küçük kabuklularla beslenir.
Orfoz
- Ege ve Akdeniz kıyılarında yaşayan bir balık türüdür.
- Tabanı taşlık ya da kayalık, kıyı bölgelerde yaşar.
- Balıklarla ve bazı omurgasızlarla beslenir.
Vaşak
- Ülkemizin pek çok yerindeki kayalık, çalılık ve ormanlık alanlarında yaşayan bir memeli türüdür.
- Kuşlarla ve küçük memelilerle beslenir.
Akdeniz foku, bütün dünyada nesli tehlike altında bulunan türler içinde ilk sıralarda yer almaktadır. IUCN (Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği) tarafından nesli en fazla tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan 12 canlı türünden biri olarak kabul edilen Akdeniz foklarının dünyadaki sayılarının 600 civarında olduğu, Türkiye sularında ise 100 civarında Akdeniz fokunun yaşadığı tahmin edilmektedir.
Ülkemizde nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan bazı bitkiler aşağıda belirtilmiştir.
Kardelen
Türkiye’de doğal olarak yetişen 9 türü bulunmaktadır. 2 türü dışında, kardelen soğanlarının doğadan toplanarak ihraç edilmesi yasaklanmıştır.
Beyaz Çiçekli Çakal Nergisi
Dünyada sadece Türkiye’de Muğla-Fethiye çevrelerinde yetişmektedir.
Çöven
İç Anadolu’nun tuzlu steplerinde yetişen bitkinin soyu, tüm dünyada tehlike altındadır.
Sığla
Dünya üzerindeki tek doğal yayılış alanı, Türkiye’nin güneybatısıyla Rodos Adası olan sığla ağacı, Türkiye’de 1348 hektarlık ormanda bulunmaktadır.
Narin Acı Çiğdem
İstanbul’a özgü küçük çiçekli acı çiğdem türü, denetimsiz kentleşme ve yanlış ağaçlandırma sebebiyle tükenme tehlikesi yaşamaktadır. Bern Sözleşmesi ile koruma altına alınmıştır.
Yanardöner Çiçeği (Sevgi çiçeği)
Halk arasında “gelin düğmesi” olarak da bilinen bitki türü, Türkiye’ye özgü ve sadece Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde yetişmekte olup Bern Sözleşmesi ile koruma altına alınmıştır.
Eberin Sarı Çiçeği
Dünya’da sadece Konya’da Akşehir Gölü çevresinde yetişen bitki türü, Dünya Doğal Hayatı Koruma Konseyi tarafından koruma altına alınmıştır.
Çorak Gülü
Tuz Gölü civarında yetişmektedir.
Avrupa’da, bitki ve hayvan türlerinin korunması için 1979’da kabul edilen, Türkiye’nin 1984 yılında imzaladığı Bern Sözleşmesi ile yok olma tehlikesi altındaki bitkiler koruma altına alınmıştır.
Çöven
İç Anadolu’nun tuzlu steplerinde yetişen bitkinin soyu, tüm dünyada tehlike altındadır.
Sığla
Dünya üzerindeki tek doğal yayılış alanı, Türkiye’nin güneybatısıyla Rodos Adası olan sığla ağacı, Türkiye’de 1348 hektarlık ormanda bulunmaktadır.
Narin Acı Çiğdem
İstanbul’a özgü küçük çiçekli acı çiğdem türü, denetimsiz kentleşme ve yanlış ağaçlandırma sebebiyle tükenme tehlikesi yaşamaktadır. Bern Sözleşmesi ile koruma altına alınmıştır.
Yanardöner Çiçeği (Sevgi çiçeği)
Halk arasında “gelin düğmesi” olarak da bilinen bitki türü, Türkiye’ye özgü ve sadece Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde yetişmekte olup Bern Sözleşmesi ile koruma altına alınmıştır.
Eberin Sarı Çiçeği
Dünya’da sadece Konya’da Akşehir Gölü çevresinde yetişen bitki türü, Dünya Doğal Hayatı Koruma Konseyi tarafından koruma altına alınmıştır.
Çorak Gülü
Tuz Gölü civarında yetişmektedir.
Avrupa’da, bitki ve hayvan türlerinin korunması için 1979’da kabul edilen, Türkiye’nin 1984 yılında imzaladığı Bern Sözleşmesi ile yok olma tehlikesi altındaki bitkiler koruma altına alınmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder